4.08.2010

Sık sık uzun topuklu ayakkabı giyen kadınların ödediği bedel uzun vadede ayakkabı fiyatının çok üstüne çıkabilir.

Araştırmalar, sürekli yüksek topuklu ayakkabı giymenin biyolojik fiyatının da yüksek olduğunu gösteriyor.Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ve ultrason tekniklerinden yararlanan araştırmacılar, yüksek topuklu ayakkabı giyme alaışkanlığında olan kadınlarla düz ayakkabı giyenlerin baldır kaslarıyla Aşil tendonlarını (kasları kemiğe bağlayan doku) karşılaştırmışlar.Journal of Experimental Biology dergisinde yayımlanan bulgular, uzun topuk düşkünü kadınların baldır kas liflerinin, düz ayakabılılarinkinden yüzde 13 daha kısa olduğunu ortaya koyuyor. Tendonların boylarındaysa beklenenin aksine fark yok. Ancak, uzun topuklu giyenlerin tendonları esnekliği, düz ayakkabılılarınkinden yüzde 20 daha az.Araştırmacılar, tendonlardaki sertleşmenin kasın işlevselliğindeki kaybı karşılamasına karşın, topukluların çıkartılıp tendonların gerilmeye başlamasıyla acıya yol açtığını belirtiyorlar.

Paralel Evrenler

Birçoklarımızca bilim kurgu filmi konusu ve espri malzemesi olarak algılanan paralel evrenler aslında başta gökbilimciler ve sicim kuramcıları olmak üzere birçok fizikçi ve matematikçinin çok ciddiye aldığı araştırma konularından. Aralarında David Gross'un da olduğu, Nobel ödüllü bir grup bilim insanına göre paralel evrenlerin var olduğu fikri gerçekten uzak ve hiç de zarif olmayan bir fikir; Alan Guth, Andrei Linde gibi kendini bilim çevrelerinde ispatlamış bir grup gökbilimci için ise gayet doğal ve denklemlerden çıkan bir gereklilik. Eğer paralel evrenler varsa gerçeklik tahminimizden çok daha karmaşık olabilir. O zaman, benzersiz ve tek olduğunu düşündüğümüz 13,5 milyar yıllık evrenimiz çok daha büyük ve doğurgan bir yapının ufacık bir parçası haline gelebilir.

Başımızı kaldırıp hayranlıkla seyrettiğimiz yıldızların, gezegenlerin nasıl ortaya çıktıklarını, neden yapılmış olduklarını, nasıl hareket ettiklerini, enerjilerini nereden aldıklarını merak etmeyenimiz yoktur. Ancak, bu merakımızı gidermeye çalışan bilimle birazcık sorunumuz var.Gökbilim, alıştığımız, öğrendiğimiz ve zihnimizde canlandırabildiğimiz ölçü ve boyutlara pek uymuyor. Gökbilimin temel uzaklık birimi ışık yılını
günlük kullanımımızdaki ölçüye çevirince karşılaştığımız sayı yaklaşık 10 trilyon kilometre. Bize en yakın yıldızın uzaklığı yaklaşık 40 trilyonkilometre yani 4 ışık yılı. Gökadamızın Yerel Küme olarak adlandırılan “köyündeki” komşumuz Andromeda Gökadası ise 2,4 milyon ışık yılı uzağımızda. Gökadamızın köyünden çıktığımızda baktığımız her yanda böyle kümelerin oluşturduğu daha büyük gruplar görüyoruz. Her biri milyarlarca yıldızdan oluşmuş yüz milyarlarca gökada, görebildiğimiz çapı yaklaşık 14 milyar ışık yılı olan evrenin içinde dağılmış durumda.
Bu sayılar ve ölçüler evrenbilimin konusu. Bu alana baktığımızda anlamakta zorluk çektiğimiz kavramlar sadece bizim için değil bilim insanları için de çok zorlu. Binlerce yıldır akıllara takılan soruların net cevapları yok. Aşina olduğumuz ölçeklere sığdıramamamızın yanında, alıştığımız mantık kurallarına da uyduramıyoruz evrenle ilgili kuramları. Henüz Büyük Patlama ile sonsuz küçüklükte bir noktacıktan, yüz milyarlarca gökadanın çıkmasını ve muazzam boyutlara genişlemesini aklımıza kabul ettirmekte zorlanırken şişme kuramı, sicim kuramı gibi kuramlar ve çoklu evren modelleri zihnimizi çok daha fazla zorluyor. Arkadaşımız Zeynep Ünalan “Paralel Evrenler” başlıklı yazısıyla evreni anlama yolunda kafa yoranların ortaya koyduklarına yakından bakmamızı sağlamaya çalışıyor. Yazıyı okurken evrenle ilgili sorularımıza verilen bazı cevaplara yakın olmanın heyecanını yaşıyoruz. Dergimizin ekinde verdiğimiz “Gökyüzü Atlası” da sıcak yaz gecelerinde evrene açılan penceremiz olan gökyüzünü incelemek isteyenlere rehberlik edecek. Belki de sıcak gündemden ve günlük tartışmalardan uzak, evrensel olayları düşünmek, zihinsel değişiklik ve tam bir dinlenme sağlayacak. Bilimin evreni anlama yolculuğunda en büyük yardımcısı hafıza.
Yazarımız Bahri Karaçay “Beyin, Hafıza ve Hafızanın Genleri” başlıklı yazısında hafıza nasıl oluşuyor, nasıl öğreniyoruz, beyinde bir hafıza merkezi var mı sorularına cevap arıyor. Beynin bazı bölgelerinde sinir hücreleri arasındaki iletişimin bozulduğu bir hastalık olan şizofreni, yazarımız Abdurrahman Coşkun’un “Şizofrenide Moleküler Mekanizmalar” başlıklı yazısında ele alınıyor. Beden sağlığı konusunda, son günlerde adını sıkça duyduğumuz antioksidanlar konusu arkadaşımız Özlem İkinci tarafından araştırılıp yazıldı. Bulaşıcı hastalıklar bitkiler için de kâbus olabiliyor. Buğdayda sarı pas hastalığı da bunlardan biri. Arkadaşımız İlay Çelik bu hastalığı ve çözüm yollarını inceledi.
Teknoloji dünyasının popüler konularından sanallaştırma teknolojileri arkadaşımız Oğuzhan Vıcıl tarafından ele alındı.Bunların yanında “Artemis Adlı Yapay Uydunun Kurtarılışı”, “Mayın Algılama ve Tespit Teknolojileri”, “Osmanlı Biliminin Öncülerinden: Takîyüddîn” ve “Taş Yerinde Ağırdır” başlıklı yazılarımızı ve sekiz ayrı köşe yazımızı ilgiyle okuyacağınızı düşünüyoruz.

Şişmanlık Beyinle İlgili

Aynı şekilde beslenen iki kişiden biri git gide kilo alırken diğerinin formunu korumasının nedenini araştıran Amerikalı bilim adamları, bebeğin kilolu olup olmayacağının daha doğmadan önce gelişmekte olan beyninde belirlendiğini ortaya koydu.

İtalyan La Stampa gazetesinde çıkan habere göre, ABD'deki Yale Üniversitesi Tıp Fakültesinden bir grup bilim adamı, fareler üzerinde yaptıkları testlerde, yüksek kalorili bir beslenme programının ardından obezleşen hayvanların beyinlerinin beslenme merkezinin zaten farklı olduğunu gözlemledi.
Doyma noktasına ulaşıldığında işaret vermesi gereken nöronların bu gruptaki farelerde çok daha "tembel" olduğunu, çünkü diğer hücreler tarafından baskılandığını gören bilim adamları, çok kalori almalarına karşın zayıf kalan grupta ise bu nöronların çok aktif olduğunu tespit etti.

3.08.2010

En büyük 6. nehir Boğaz'ın altından akıyor

Karadeniz'in altında büyük bir sualtı nehri keşfedildi. Nehir, Akdeniz'den Boğaz yoluyla Karadeniz'in derinliklerine dökülüyor.

Karadeniz'in altında keşfedilen sualtı nehri, Akdeniz'den Boğaz yoluyla Karadeniz'in derinliklerine dökülüyor. Bu şimdiye kadar bulunan tek aktif su altı nehri.Denizin 35 metre derinliğindeki sualtı nehrinde sular hızla ve yeryüzündeki benzerlerinde olduğu gibi akıyor. Bilimadamlarına göre, taşıdığı su itibarıyla dünyanın en büyük altıncı nehri.,Yer yer 800 metre genişliğe ulaşan ve deniz yatağı boyunca akan nehrin üzerinde kanallar ve şelaleler bile var. Nehrin suyu çok yüksek oranda tuzlu ve bol miktarda tortu taşıyor.İngiliz Leeds Üniversitesi uzmanları, ilk kez robot bir denizaltı aracı kullanarak deniz yataklarında bulunan kanallar üzerinde çalıştılar.Karadeniz'in dibindeki derin kanallar boyunca akan ve suyu oldukça tuzlu olan bu nehir, aynı yeryüzündeki gibi taşkın ovaları yaratıyor,

Leeds Üniversitesi'nden Dr. Dan Parsons, Sunday Telegraph'a şu açıklamayı yaptı:

"Nehirdeki su etraftaki deniz suyundan daha yoğun, çünkü daha yüksek tuzluluk oranına sahip. Çok fazla çökelti taşıyor. Nehir, denizin derinliklerindeki düzlükleri aynı yeryüzündeki nehirler gibi katediyor. Derin düzlüklere deniz dünyasının çölleri diyebiliriz. Kanallar, bu çöllerin ihtiyaç duyduğu besin ve diğer bileşenleri taşıyor."Bu keşif, bilimadamlarının derin denizlerde nasıl bir yaşam olduğunu ve karaya yakın, besin açısından zengin sulardan uzaktaki derin okyanuslarda yaşamın nasıl yönetildiğini anlamasını kolaylaştıracak.

Kaynak